Yayın tarihi 01/08/2008 Son güncelleme 01/08/2008 17:10 TSİ
Avrupa’nın Paryası Romanların Belirsiz Geleceği
İtalyan’ın İnsan Hakları kuruluşcalarınca ayrımcılık hatta ırkçılık nitelediği bir politikayla ön plana çıkarttığı Romanlar çoğu Avrupa Birliği ülkesinin ortak bir sorunu. Yaşadıkları, göçtükleri, gittikleri tüm ülke ve yörelerde tepki ve önyargıyla karşılanan Avrupa’nın bu nadir göçerleri, göçebe halkının bugünü ve yakın geleceği bugünkü basında genişçe yer bulmuş. Özellikle bazı ülke resmi makamlarının ayrımcı davranışları AB kurumları ve sivil toplum örgütlerini faaliyete geçirmiş durumda.
Konuyu dosya olarak hazırlayan yayın organı La Croix “Avrupa’nın Göçebe (Başıbozuk) Paryaları Romanlar” başlığıyla bu çileli halk ve Avrupa’daki koşulları hakkında derli toplu bir bilgi sunmuş. Avrupa’da tespit edilebildiği kadarıyla Türkiye’den İngiltere’ye İtalya’dan İsveç’e yaklaşık 10 milyon Roman yaşıyormuş. Şu sıralar gündemde olan ülkelerle ilişkin makalelerin yer aldığı dosyada, Romanların örneğin İtalya’da günah keçisi haline getirildikleri anlatılıyor. Bu halkın şu anda en kalabalık olduğu ülkeyse 2,4 milyonla Romanya olduğu sanılıyor. Ancak Romanlar Romanya’da ciddi bir ayrımcılıkla karşı karşıyaymışlar. Fransa’daki en eski Roman kampı Hanul’deki baskı ve denetimi arttıran polise karşı İnsani Yardım kuruluşları ve Katolik kilisesi de seferber olmuş. Ayrıca Vatikan ve çok sayıda yerel kilise de Avrupa’da Romanların daha iyi yaşama koşullarına kavuşturulmaları için mücadele veriyorlarmış.
Libération Paris banliyölerinden Montreuil-sous-Bois’da metruk yapılarda yaşayan Romanlarla ilgili bir röportaj yayınlamış. Oradan oraya sürülen bu insanlardan 106 kişilik bir grup son olarak 2007’den beri 300 m2’lik böyle terkedilmiş, eski bir matbaa mekâna sığınmışlar. Geçtiğimiz 24 Temmuz’da burada kundaklama yoluyla çıkan bir yangında ölüm tehlikesi atlatmışlar. Her ne kadar Belediye bu olaydan önce Romanlar için bir konut girişimi başlatmış olsa da, ortaya çıkacak çok küçük bir kesime hizmet götürebilecek. Gazete Roman sorununun daha geniş bir biçimde ülke ve Avrupa çapında ele alınması gerektiğini vurguluyor.
Bush’dan Karaziç’e Dünya
Le Monde ana manşetinde ABD Devlet başkanı, “George W. Bush Amerikan Ekonomisinin İmdadına Koşuyor” haberini vermiş. Demokrat vekiller Temsilciler Meclisi’nde Beyaz Saray’a Uluslararası Para Fonu’nun koşullarını zorla kabul ettirmişler. Bush 30 Temmuz’da imzaladığı bir genelgeyle inşaat sektöründe çok hayati bir ‘Cankurtarma Operasyonu’ başlatmış. Gazeteye göre 300 milyar dolarlık bir yardımla bir yanda borçlarını ödeyemeyen 400 bin gayri menkul sahibi kurtarılırken, öte yandan son dönemdeki büyük krizin çıkış nedenine de bir çözüm bulunması hedefleniyormuş.
Le Figaro’nun iki başlığından ilki yeni yüzüyle Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkan ‘Bosna Kasabı’ lakabıyla tanınan, milliyetçi Sırp lider Radovan Karaziç. “Karaziç Yargıçlarına Karşı Kendi Kendini Savunacak” başlığından da anlaşılacağı üzere insanlığa karşı cinayet işlemek, soykırım yapmakla suçlanan, savaş suçlusu kişilik, dün ilk kez çıktığı mahkeme heyeti önünde avukat istemediğini, hukuğa aykırı biçimde kaçırıldığını ve kurban olduğunu ileri sürmüş. Aynı haber bütün gazetelerde yer almış.
Gazetelerin ilk veya iç sayfalarında gözümüze çarpan bir başka kişilik de İsrail Başbakanı Ehud Olmert. Olmert’in fotoğrafını manşetine yerleştiren Le Monde “İsrail: Ehud Olmert’ten Sonra Gelecek Ne Olacak?” sorusuyla sürdürmüş. Yolsuzluk iddialarıyla iyice zayıflayan Olmert partisinin Eylül ayında yapılacak kongresinde yeni görev üstlenmeyeceğini açıklamasından sonra, görevin kime devredileceği konusu gündeme gelmiş. Gazetelere yansıyan bilgilere bakılırsa Olmert’in hükümet içindeki rakibesi Dışişleri Bakanı bayan Tzipi Livni’nin yeni hükümeti kurma olasılığı epeyce yüksekmiş.
Nükleer Fatihten Nükleer Atığa Fransa
Üç gazete manşet olarak Fransız nükleerini seçmiş. Ekonomi gazetesi La Tribune’nün ana manşeti “EDF Dünya Nükleerinde Üstünlüğünü Arttırıyor” şeklinde. Fransız eski elektrik ve nükleer enerji tekeli EDF’in dünkü Yönetim Kurulu toplantısında İngiltere’nin elektrik ihtiyacının yüzde 25’ini üreten British Energy şirketinin satın alınmasına yeşil ışık yakılmış. Bir başka İngiliz şirketi Centrica’nın desteğiyle gerçekleşecek bu alışveriş Manşötesi nükleer enerji pazarına hız verecekmiş. Mali piyasalar bu işlemi fevkalâde stratejik buluyorlar, hatta doğru olup olmadığı konusunu sorguluyorlarmış.
Aynı konu, “Fransız Nükleeri Avrupa Fethinde” başlığıyla Le Figaro’nun da sağ üstmanşetine yerleşmiş. Fransız enerji devi EDF İngiltere’de 4 yeni atom enerjisi merkezi inşa etmeye hazırlanıyormuş. Ancak şimdilik 15 milyar avroya mal olacak British Energy’nin satın alınmasını ertelemiş.
İlk iki gazete EDF’in başarısıyla coşarken, Le Parisien oldukça ihtiyatlı biçimde nükleer enerjinin çok daha düşündürücü bir boyutunu ele alıp okurları ve kamuoyunu adeta düşünmeye davet etmiş: “Nükleer Atıklarımızı Ne Yapacağız?” Gazete son zamanlarda başta Vaucluse ili Tricastin Nükleer Santralı olmak üzere nükleer enerji merkezlerinde meydana gelen kazalar yalnızca ilgili yörelerde değil, kamuoyunda endişe uyandırdığının altını çiziyor. Le Parisien bu enerjinin hammaddesi, uranyum kullanıldıktan sonra atıklarının ne olacağı gibi çok güncel bir sorunun acilen cevap beklediğini ve bu atıkların bir kısmının kanser yaratıcı etkisinin milyonlarca yıl sürdüğünü hatırlatıyor. Bu yakıcı soruya kimse net bir cevap veremiyor. Gazetenin görüştüğü uzmanların bir kısmı nükleer seçeneğinden tümüyle uzaklaşılması gerektiğini yinelerken, bazıları en kısa zamanda atıkları stoklama yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğini savunuyor. 500 metre yerin altında olmalarına rağmen bazı atık stoklama depoları sızıntı tehlikesi içeriyormuş.
Fransa’da atıklar, kirlenme ve zehirlenme nükleerle sınırlı değil. Bugün iki gazete daha çevre ve hatta işyeri kirliliğini kapak sayfasına koymuşlar. Libération yine bir kelime oyunuyla iki anlamlı tek kelimeyle ‘mal/fenalık’ ile denizlere verilen zararları vurgulamış. Gazete “Deniz Fenalıkları” başlığı altında Türkçeye ‘deniz tutması’ olarak da çevrilebilecek bütün denizlere yapılan fenalıkları, denize verilen zararları sıralamış. Aşırı balık avlama, denizlerin-iklimlerin ısınması, kirlenme, deniz ticareti gibi maddeleri hatırlatıp denizlerin insaların kurbanı olduğunu ve balıklarında yok olduklarını hatırlatmış. Philippe Cury ve Yves Miserey’in yazdığı “Balıksız Deniz” adlı bir kitaptan hareketle 2050 yılında denizlerin sıvı çöllere dönüşmesi tehlikesi anlatılmış.
L’Humanité ise şu anda öldüren yakıcı bir başka acı gerçeğe eğilmiş. Kansere neden olduğu kanıtlanmış amyant maddesinin kullanıldığı işyerlerindeki risklere rağmen yasaları bile iplemeyen işverenelere ciddi suçlamalar yağdırılmış. “Amyant: Tanıklıklar. Pişkin Patronlar” başlığı altında uzun yıllardır Aubert & Duval Demir Çelik fabrikalarında çalışan işçilerin talepleri mercek altına yatırılmış. İşçiler, patronlarının fabrikalarında kullanılan amyant maddesinin kanserojen olduğunu teslim etmediğini ve adeta çalışanları suçlu duruma düşürmek cüretkârlığına soyunduğunu aktarıyorlar.
Ekonomi gazetesi Les Echos ise bir başka sağlık konusunu kapak dosyası biçiminde sunmuş. Hem de tüm sigortalıları ilgilendiren bir konuyu, “Doktor ve Dişçi Tarifelerinde Gerçek Operasyonu” sözleriyle yansıtmış. Sosyal Sigorta Kurumu internet sitesinde tüm doktorların muayene ücretlerini veriyormuş. Diş doktorları sendikası bu tavrı protesto etmiş. Böylelikle bazı uzman doktorların liberalleşen fiyat-ücret politikasından istifade nasıl bir fark ekledikleri tüm çıplaklığıyla sergilenmiş oluyormuş.
Uluslar Arasından
Bush, Olmert ve Karaziç’in dışında kalan dünya ve Avrupa haberleri şöyle özetlenebilir:
ABD Cumhuriyetçi parti devlet başkanı adayı John McCain sert televizyon reklamları desteğinde seçim propagandasına girişmiş. Amerikan Temyiz mahkemesi 1982 yılında ölüme mahkum edilmiş olmasına rağmen infaz edilemeyen Afro-Amerikalı Mumia Abu-Jamel davasının yeniden gözden geçirmeyi reddetmiş. Amerikan ordusu Irak’a girdiğinden beri en az kayıbı 11 ölüyle Temmuz ayında vermiş. Rakam yetkili makamlarda memnuniyet (!) yaratmış. Kolombiyalı gerillların elinden kurtarılan rehineler normal hayata dönmekte zorlanıyorlarmış. Batı Şeria ile İsrail arasında örülen duvarı protesto eden göstericilerle polis arasında çıkan çatışmalarda 12 yaşında Filistinli bir çocuk öldürülmüş. AIDS hastalığının çok yaygın olduğu Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Triterapi tedavisi olumlu etkisini göstermeğe başlamış. Çin makamlarının Olimpiyat Oyunları arifesinde özellikle basına uyguladığı sansür ve baskı ülke üzerinde kara bulutların birikmesine neden oluyor, protestolar artıyor.
Avrupa Adalet Divanı göç politikalarında gösterdikleri sertlik nedeniyle İrlanda ve İtalya’yı özel gözleme almış. Belçika kralı II. Albert Valon ve Flaman toplumları arası uzlaşma zemini bulmağa çalışan arabulucuların görevini Eylül ayına kadar uzatmış. Almanya’da çelişik durum yaratan küçük café’lerde sigara içme yasağı Anayasa mahkemesi tarafından kaldırılmış. Hükümet tüm café’lerde sigara içmeyi yasaklayacak bir yasa tasarısı hazırlayacakmış. İtalyan Meclisi oybirliğiyle Lizbon Antlaşması’nı onaylamış.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin iktidar partisi AKP’yi ciddi bir biçimde uyarmasına rağmen yasaklamama kararı Fransız basınında yankılanmaya devam ediyor. Özellikle Le Monde gazetesi İstanbul muhabiri Guillaume Perrier haberi “AKP cezalandırıldı ama kapatılmadı”, başlığıyla çok ayrıntılı bir biçimde yansıtmış. Gazete 2002 yılından beri ülkenin siyası gündemindeki önemli olaylarında kronolojik bir özetini vermiş. Le Figaro’nun İstanbul muhabiri Laure Marchand ise olayı “Türkler AKP’ye reformcu havasına dönme çağrısında bulundular”, sözleriyle aktarmış. L'Humanité ise haberi Gael de Santis'in kaleminden "Erdoğan'ın partisi postu kurtardı" ifadesiyle duyurmuş.
1 Ocak 2003'ten beri Brezilya Kültür bakanı sorumluluğunu üstlenen dünyaca ünlü besteci-yorumcu müzisyen Gilberto Gil bakanlıktan istifa ettiğini açıkladı. Sanatçının istifasını kabul eden devlet başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, "Brezilya Gilberto Gil'i siyasete sınırlayamaz" yorumunu yapmış.
Uğur Hüküm